Mehmet Âkif Ersoy (20 Aralık 1873 – 27 Aralık 1936),
Türk şair, veteriner hekim, öğretmen, vaiz, hafız, Kur’an mütercimi ve
siyasetçidir. Mehmet Âkif Ersoy, Türkiye Cumhuriyeti’nin ve Kuzey Kıbrıs Türk
Cumhuriyeti’nin (KKTC) ulusal marşı olan İstiklâl Marşı’nın yazarıdır. İstiklal
Marşı’nın yanı sıra Çanakkale Destanı, Bülbül ve 1911-1933 yılları arasında
yayımladığı yedi şiir kitabındaki şiirleri bir araya getiren Safahat en önemli
eserlerindendir. II. Meşrutiyet döneminden itibaren Sırat-ı Müstakim (daha sonraki
adıyla Sebil’ür-Reşad) dergisinin başyazarlığını yapmıştır. Kurtuluş Savaşı
sırasında milletvekili olarak 1. TBMM’de yer almıştır.
II. Meşrutiyet ilan edildiğinde Mehmet Akif, Umur-ı
Baytar-iye Dairesi Müdür Muavini idi. II. Abdülhamid’in istibdat rejiminin
şiddetli bir muhalifiydi, hatta II. Abdülhamid’in yüzünü gördüğünde bile
midesinin bulandığını hatıralarında anlatır. Bunun etkisiyle, meşrutiyet’in
ilanından 10 gün sonra arkadaşı rasathane müdürü Fatin Hoca’nın
yönlendirmesiyle, on bir arkadaşı ile birlikte İttihat ve Terakki Cemiyeti’ne
üye oldu. Ancak Mehmet Akif, üyeliğe girerken edilen yeminde yer alan
“Cemiyetin bütün emirlerine, bilâkayd ü şart (kayıtsız şartsız) itaat edeceğim”
cümlesinde geçen “kayıtsız şartsız” ifadesine karşı çıkmış, “sadece iyi ve
doğru olanlarına'” şeklinde yemini değiştirtmişti. Cemiyetin Şehzadebaşı İlmiye
Mahfelinde Arap Edebiyatı dersleri veren Âkif, Kasım 1907'de, Umur-i Baytariye
Müdür Muavinliği görevini sürdürürken Darülfünun'da Edebiyat-i Osmaniye
dersleri vermeye başladı.
II. Meşrutiyet'in Âkif’in hayatında en büyük etkisi,
meşrutiyetle birlikte yayın dünyasına adım atması olmuştu. Daha önce bazı
şiirleri ve yazıları birkaç gazetede yayımladıysa da eser yayımlamaya uzun
süredir ara vermişti. Meşrutiyetin ilanından sonra, arkadaşı Eşref Edip ve
Ebül'ula Mardin ‘in çıkardığı ve ilk sayısı 27 Ağustos 1908’de yayımlanan
Sırat-ı Müstakim dergisinin başyazarı oldu. İlk sayıda Fatih Camii şiiri
yayımlandı. Ebül’ula Mardin ayrıldıktan sonra dergi, 8 Mart 1912’den itibaren Sebil’ür-Reşad
adıyla çıkmaya devam etti. Âkif’in hemen hemen bütün şiir ve yazıları bu iki
dergide yayımlandı. Gerek dergilerdeki yazılarında, gerekse İstanbul
camilerinde verdiği vaazlarda Mısırlı bilgin Muhammed Abduh’un etkisiyle
benimsediği İslam Birliği görüşünü yaymaya çalıştı.
1910 yılında gerçekleşen Arnavutluk İsyanı onu çok
üzmüş ve arkasından gelecek kötü olayları sezmişti. Balkanlar’da artan
düşmanlık duygularını ve doğabilecek isyanları önlemek için bir şeyler yapma
arzusu duydu ancak Balkan Savaşı ile hüsrana uğradı. 1914'ün başında iki aylık
bir seyahate çıkarak Mısır ve Medine’de bulundu. Mısır seyahati hatıralarını
“El Uksur’da” adlı şiirinde anlattı.
1913'te kurulan Müdafaa-i Milliye Cemiyeti’nin halkı
edebiyat yoluyla aydınlatma amacı güden neşriyat şubesinde Recaizade Ekrem,
Abdülhak Hamid, Süleyman Nazif, Cenap Şahabettin ile beraber çalıştı. 2 Şubat
1913 günü Bayezid Camisi kürsüsünde, 7 Şubat 1913 günü Fatih Camisi kürsüsünde
konuşarak halkı vatanı savunmaya çağırdı.
Balkan Savaşı’ndan sonra, ilk olarak Umur-i Baytariye
görevinden (1913), sonra yayınlarının hükümetle uygun düşmemesi nedeniyle
aldığı ikaz üzerine Darülfünun müderrisliği görevinden (1914) ayrıldı. Yalnızca
Halkalı Ziraat ve Baytar Mektebi’ndeki görevine devam etti. Harbiye Nezareti'ne
bağlı Teşkilat-ı Mahsusa’dan gelen teklif üzerine İslam birliği kurma gayesi
güden Almanya'ya (Berlin'e) Tunuslu Şeyh Salih Şerif ile birlikte gitti (1914).
İngilizlerle birlikte Osmanlı’ya karşı savaşırken Almanlar’a esir düşmüş Müslümanların
kamplarında incelemelerde bulundu ve farkında olmadan Osmanlı'ya karşı savaşan
bu Müslüman esirleri aydınlatmaya çalıştı. Fransız ordusundaki Müslümanlara
yönelik yazdığı Arapça beyannameler cephelere uçaklardan atıldı. Almanya'da
iken yazdığı Berlin Hatıraları adlı şiirini dönünce Sebilürreşad'da yayınladı.
İstanbul’a döndükten sonra 1916 başlarında Teşkilat-ı Mahsusa tarafından
Arabistan’a gönderildi. Görevi, bu topraklardaki Arapları Osmanlı’ya karşı
kışkırtan İngiliz propogandası ile mücadele etmek için “karşı propaganda”
yapmaktı. Mehmet Âkif, Berlin’deyken heyecanla Çanakkale Savaşı ile ilgili
haberleri takip etmişti. On dört ay süren savaşın zaferle sonuçlandığı haberini
Arabistan’da iken aldı. Bu haber karşısında büyük coşku duydu ve Çanakkale
Destanı’nı kaleme aldı. Arabistan dönüşünde iki ay Lübnan’da kalan Mehmet Âkif,
“Necid Çölleri’nden Medine’ye” şiirinde bu seyahatini anlattı.Sebilürreşad
idarehanesi, Millî Mücadele'ye katılmak için Anadolu'ya geçmiş olanlarla
İstanbul'daki yakınlarının gizli haberleşme merkezi hâline gelmişti. Âkif,
Kurtuluş Savaşı'nı desteklemesi nedeniyle 1920’de Dâr ül-Hikmet il-İslâmiye
Cemiyeti’ndeki görevlerinden azledildi.
İstanbul’da rahat hareket etme olanağı kalmayan Mehmet
Âkif, görevinden azledilmeden az önce oğlu Emin’i yanına alarak Anadolu'ya
geçti. Sebil’ür-Reşad'ı Ankara'da çıkarması için Mustafa Kemal Paşa’dan davet
gelmişti. TBMM’nin açılışının ertesi günü olan 24 Nisan 1920 günü Ankara’ya
vardı. Millî mücadeleye şair, hatip, seyyah, gazeteci, siyasetçi olarak
katıldı. Ankara’ya varışından bir süre sonra ailesini de yanına aldırdı.
Ankara'ya geldiği günlerde, Mustafa Kemâl Paşa Konya
vali vekiline telgraf göndererek Âkif'in Burdur milletvekili seçilmesini
sağlamasını istemişti. Haziran ayında Burdur'dan, Temmuz ayında ise Biga'dan
mebus seçildiği haberi meclise ulaştı. Âkif, Burdur mebusluğunu tercih etti.
Böylece 1920-1923 yılları arasında vekil olarak I. TBMM'de yer aldı. Meclis
kayıtlarında adı “Burdur milletvekili ve İslam şairi” olarak geçmektedir.
Ankara’ya varır varmaz ona verilen ilk görev, Konya
Ayaklanması'nı önlemek için halka öğütler vermek üzere Konya'ya gitmekti, büyük
gayretine rağmen Konya'da kesin bir sonuca ulaşamadı ve Kastamonu'ya geçti.
Halkı düşmana direnişe teşvik için 1920 yılının Kasım ayında Kastamonu'daki
Nasrullah Camisi’nde verdiği ateşli vaaz, Diyarbakır'da basıldı ve tüm
vilayetlere ve cephelere dağıtıldı.
Âkif, Anadolu’ya geçerken Eşref Edip’e de arkasından
gelmesini söylemişti. Eşref Edip, Sebil’ür-Reşad Dergisi’nin klişesini de alıp
İstanbul’dan ayrıldı. Son olarak 6 Mayıs 1921 günü derginin 463. sayısını
yayımlamışlardı. Âkif derginin 464-466. sayılarını Eşref Edip ile beraber
Kastamonu’da yayımladı, 464. sayı o kadar ilgi gördü ki birkaç kere basılıp
Anadolu’ya ve askere dağıtıldı. 467. sayıdan itibaren yayıma Ankara’da devam ettiler.
Derginin etkisi o kadar büyüktü ki, yaydığı yoğun duyguların hâkimiyetindeki
Türk halkları etkilenmesinden korkan Rusya, gazetenin ülkeye girişini
yasakladı.
1921’de Ankara’da Taceddin Dergahı’na yerleşen Mehmet
Âkif, Burdur milletvekili olarak meclisteki görevine devam etmekteydi. O
dönemde Yunanların Ankara’ya ilerleyişi karşısında meclisi Kayseri’ye taşımak
için hazırlık vardı. Bunun bir dağılmaya yol açacağını düşünen Mehmet Âkif,
Ankara’da kalınmasını, Sakarya’da yeni bir savunma hattı kurulmasını önerdi;
teklifi tartışılıp kabul edildi. Taceddin Dergahı’nda kaldığı ev Mehmet Akif
Ersoy Müzesi olarak ziyarete açıktır.
Aynı dönemde Millî Eğitim Bakanı Hamdullah Suphi
Bey’in ricası üzerine arkadaşı Hasan Basri Bey kendisini ulusal marş yarışmasına
katılmaya ikna etti. Konulan 500 liralık ödül nedeniyle başlangıçta katılmayı
reddettiği bu yarışmaya, o güne kadar gönderilen şiirlerin hiçbiri yeterli
bulunmamıştı ve en güzel şiiri Mehmet Âkif’in yazacağı kanısı mecliste hâkimdi.
Mehmet Âkif’in yarışmaya katılmayı kabul etmesi üzerine kimi şairler şiirlerini
yarışmadan çektiler. Şairin orduya ithaf ettiği İstiklâl Marşı, 17 Şubat günü
Sırat-ı Müstakim ve Hâkimiyet-i Milliye’de yayımlandı. Hamdullah Suphi Bey
tarafından mecliste okunup ayakta dinlendikten sonra 12 Mart 1921 Cumartesi
günü saat 17.45’te ulusal marş olarak kabul edildi. Âkif, ödül olarak verilen
500 lirayı Hilal-i Ahmer bünyesinde, kadın ve çocuklara iş öğreten ve cepheye
elbise diken Dar'ül Mesai vakfına bağışladı.
Siroz hastalığına tutulunca hava değişikliği iyi gelir
düşüncesiyle önce Lübnan’a, sonra Antakya'ya gitti fakat Mısır’a hasta olarak
döndü. 17 Haziran 1936'da tedavi için İstanbul'a döndü. 27 Aralık 1936
tarihinde İstanbul'da, Beyoğlu’ndaki Mısır Apartmanı’nda hayatını kaybetti.
Edirnekapı Mezarlığı’na gömüldü. Mezarı iki yıl sonra, üniversiteli gençler
tarafından yaptırıldı; 1960'ta yol inşaatı nedeniyle kabri Edirnekapı
Şehitliği’ne nakledildi. Mezarı, Süleyman Nazif ve arkadaşı Ahmet Naim Bey’in
mezarları arasındadır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder