Kaptan* o
gece hiç uyumadı. Zaten günlerdir uykusuzdu. Daha otuz-otuz beş yaşlarında
olmasına rağmen hem esareti yaşamış hem de birbirinden güzel ülkeler, şehirler
görmüştü. Gittiği, gördüğü, beğendiği, yaşadığı hiçbir yer, içindeki vuslatı
dindirmiyordu. İliklerine kadar hissettiği derin yalnızlığı, ayrılık acısını,
yoksulluğu ve imkansız aşkını anlatmak istiyordu. Ne kadar da duygu
yüklüydü. Artık incinmek istemiyordu, yazdıkları yüzünden başkalarının da zarar
görmesini istemiyordu. Masasının başına oturdu soğuk kış gecesinin
kasvetini uzun uzun çekti içine. Kendisine özgü bir hassasiyet ve coşku ile
kalemine sarıldı.
Sabah olmak üzereydi,
kendini toparlayarak gözyaşlarını sildi. Masasının başına tekrar oturdu. Devam
etmeliydi elinden gelenin en iyisinin kalemine sarılmak olduğunu biliyordu.
İstedikleri aslında çok da gerçekleşmesi imkansız şeyler değildi. Ama içinde
bulunduğu sıkıntılar ve tanık olduğu acılar Kaptan’ı daha umutsuzlaştırıyordu.
Hani bu son seferi olacaktı, artık gitmek zorunda kalmak istemiyordu. Sabaha
kadar bu kasveti içinde hissetti sessiz gözyaşlarıyla yazmaya devam etti.
Sameland seferden dönecekti vuslat artık bitecekti...
Gerçek
bir kaptan gibi, gemisini bir daha ayrılmamak üzere limana getirmek istiyordu.
Herkesi sımsıcak bir merhaba ile karşılayacaktı. Geleceğini, hayallerini,
hayatını vatanında güven ve huzur içinde planlamak yaşamak istiyordu. Gezip
gördüğü ülkelerdeki özgürlüğe, huzura ve yaşam kalitesine vatanın da
sahip olmasını istiyordu. Ne eksiği vardı, hatta onlardan çok daha güzeldi.
Kaptan, ülkesindeki herkesin eşit haklara ve özgürlüklere sahip olmasını
istiyordu. Seferdeyken rüyalarından bile vatan hasretiyle uyanıyordu.
Birbirinden güzel olduğunu düşündüğü birçok yer gezip görmüş olmasına rağmen
hiçbir yerin vatanının yerini tutmadığını artık daha çok hissediyordu. Her yeri
ayrı bir güzeldi. Birçok ülkeye gitmiş ancak Anadolu'nun kara gözlerinden
hiç vazgeçememişti. Hele türküleri, seferdeyken burnunda tütüyordu.
Kaptan her
seferinden bu aşkla, bu hasretle vatanına geliyordu. Ülkesinde kalmak, bir
gelecek planlamak için elinden geleni yapıyor, çabalıyordu. Ama yine de
Kaptan'ın hayallerindeki hürriyet aşkı ve vatan sevgisi bir türlü bir araya
gelemiyordu. Hürriyet olmadan vatan, vatan olmadan hürriyet olmuyordu. Ne bir
arada olabiliyorlar ne de birbirlerinden ayrılabiliyorlardı, umutsuz aşklar
gibi... Ara sıra bir araya geldiklerinde de ülkede süreklik, istikrar olamadığı
için otellerdeki gibi kısa sureli lüks hayatlara benziyordu.
Kaptan İzmir
Atatürk Lisesi birinci sınıfındayken mektuplaştığı bir kıza yazdığı Nazım
Hikmet şiirleriyle yakalanmasıyla 1941 Şubat'ında, 16 yaşındayken tutuklandı ve
okuldan uzaklaştırıldı. Çocuk yaşta özgürlüğünü ve öğrenim hakkını kaybetmişti.
Bu yüzden onun için özgürlük çok kıymetli bir hazineydi, herkesin sahip olması
gereken en temel haktı, kaybetmek bu kadar kolay olmamalıydı. Özgürlük ve
demokrasinin olduğu bir yerde yazılması gerekenler, eleştirilmesi gereken
siyasi kararlar hep olmalıydı. Kaptan çok zekiydi, yazdıkları başka, anlatmak
istedikleri başka olan şairane anlatımı zenginleştiren, özgürleştiren, mavi
akımı başlattı.
Kaptan
memleketin kalkınmasını ve ileriye gitmesinin yaygın eğitim ve öğretimle mümkün
olacağı düşüncesindeydi. Köy Enstitüleri, etkili olduğu kısa süre içinde,
Atatürk'ün başlattığı Anadolu aydınlanması, ulusal bilinçle donanmış aydın
yetiştirmede yeterli olmasa da önemli kazanımlar elde etmişti. Köy enstitüsünü
bitiren öğretmenler, Atatürk'ün amaçladığı gibi, görevle gittikleri köylere
aydınlığı ve uygarlığı götüren ulusçu aydınlar haline gelmişlerdi. Köy
Enstitüleri 27 Ocak Çarşamba günü kapatıldı (1954). Kaptan, Mavi akımın
kurucusu olarak, temsilcisine yakışır bir anlatımla bu günü kara Çarşamba
olarak dizelerine dökerken, bu kararın uygulandığı mevsimi, günü, intihar etmiş
kötümser yapraklar, öksürüklü aksırıklı bu takvim olarak
tanımlıyordu. Ülkeyi aydınlığa ulaştıracağını düşündüğü uygulamaların vatanında
kapatılırken, Beyaz Zambaklar Ülkesi olarak bilinen Finlandiya'da uygulanıyor
olması Kaptan'ı daha da umutsuzluğa sürüklüyordu. İmkansızlıklarına ve
elverişsiz doğa koşullarına rağmen Finlandiya daha müreffeh bir yaşama doğru
ilerliyordu. Finlandiya'nın bir avuç aydının önderliğinde, yaşamı yenilemek,
ülkelerini geri kalmışlıktan kurtarmak için nasıl büyük bir mücadele
verdiklerini, tüm insanlığa örnek olacak biçimde gözler önüne serdiklerini
biliyordu... Kaptan'a göre biz vakit kaybediyorduk, lüzumsuz uygulamalarla
oyalanıyorduk, ulusal bilinç oluşturmalıydı. "Bir Finlandiya örneği
de biz olmalıydık dünyaya" diye düşünüyordu Kaptan…
Kendini
toparlayarak ayağa kaktı, kaldığı odanın camına doğru gitti. Perdeyi
araladığında ortalığın yavaş yavaş hareketlendiğini gördü. Kaptan vakit tamam
dedi, usulca ve şefkat dolu bir sesle. Yola çıkacaktı, kapıyı yavaşça
aralayarak umutlarını hayallerini özlemini anlatan şiirlerini, yazılarını
doldurduğu bavulunu çıkardı önce. İnsanlar yollara koyulmuşlardı sessizce, göç
kafilesi toparlanıyor gibiydi. Kaptan'ın geceden bu yana sessizliğini bozdu
hıçkırıkları. Kelimeler boğazında hıçkırıklara takılıyordu 64 il için yazdığı
64 dizeli şiiri, vatanı için görünenden çok daha büyük ve önemli duygular
içeriyordu (**). Şehrin ışıklarını, yüzünü, bakışlarını hafızasına kaydediyor,
ellerini öpüyordu, bir gül gibi kokluyordu memleketinin biliyordu ki bir daha
birbirlerini hiç göremeyebilirlerdi.
*Kaptan: Attilâ İlhan
**Emperyal Oteli
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder